Ankara Enstitüsü Başkanı Ete: Geleneksel dindarlık biçimleri dönüşüyor
16 mins read

Ankara Enstitüsü Başkanı Ete: Geleneksel dindarlık biçimleri dönüşüyor

ANKARA – İstanbul Politikalar Merkezi ve Ankara Enstitüsü, ‘Türkiye’de Dindarlık Algısı’ başlıklı, Hatem Ete ve Abdullah Yargı imzalı bir araştırma yayımladı. Araştırma, Türkiye’de dindarlığın dönüştüğünü ve dinî tarikatlara ve cemaatlere ise güvenilmediğini ortaya koyuyor.

Araştırma, 22-25 Temmuz 2023 tarihleri arasında 1358 kişi ile cep telefonları üzeriden yapıldı ve hata payı yüzde 3,5 olarak hesaplandı. Araştırmada inanç dağılımı, Allah’tan yardım dileme, dini pratiklere yönelik tutumlar, din-siyaset ilişkisi, toplumsal değişim ve din, dini eğitim, dini kurumlar, dini liderlere güven ve dini hoşgörü gibi din ve dinle ilişkili birçok konuya dair toplumsal algılar ölçülüyor.

Araştırmaya göre, yurttaşların yüzde 73’ü Türkiye’de dindarlığın azaldığını düşünüyor. Dinî tarikat ve cemaatlere güvendiğini belirtenlerin oranı ise yalnızca yüzde 13,9. Toplumun yüzde 92,3’ü kendisini inanç açısından Müslüman, yüzde 3,2’si deist, yüzde 2,7’si ise ateist olarak tanımlıyor. Bununla uyumlu olarak toplumun yüzde 93’ü, bir zorluk yaşadığında Allah’tan dua ile yardım istiyor.

Ankara Enstitüsü başkanı Hatem Ete, “Cumhuriyet dönemi boyunca bir klişe olarak ifade edilen ‘yüzde 99’u Müslüman’ tespitinin geçerliliğini yitirdiğini söylerken, Müslümanlığın gerilediğine yönelik iddiaların ise bilimsel açıdan yanlış olduğunu düşünüyor.

‘YÜZDE 93 BULGUSU, SON 3-4 YIL ÖNCEKİ ARAŞTIRMALARDA DA VARDI’

Ete, “Bizim araştırmada Müslüman kategorisinin yüzde 93 olarak çıkması, katılımcıya ‘deist’, ‘ateist’, ‘agnostik’ seçeneklerinin sunulmasından kaynaklanmış görünüyor. Bu seçenekleri vererek gerçekleştirilen 3-4 yıl önceki araştırmalar da kendisini ‘Müslüman’ olarak tanımlayan yüzdenin 93 olduğunu bulgulamış” diyor.

Dolayısıyla, deist, ateist, agnostik gibi tercihlerin toplamda yüzde 6’ya ulaştığı verisi bugün oluşan veya yeni fark edilen bir oran değil.

Ete, “Bu oran, Türkiye gibi bir toplumda, bulunduğunuz konuma göre düşük bir oran olarak da görülebilir yüksek bir oran olarak da… Buna yol açan dinamikler bağlamında ise; cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tedavülde olan laik eğitim ve kültür politikaları, son 30 yıldır yaygınlaşan bireyselleşme ve bilişim teknolojilerinin bireylerin değer yargılarını etkileme marjı ve 20 yıldır ülkeyi yöneten iktidara yönelik tepki gibi birçok unsurdan bahsetmek mümkün” diye konuşuyor.

‘HDP İLE CHP ARASINDAKİ ÖRTÜŞME DİKKAT ÇEKİCİ’

Ete, ateist ve deist nüfusun genel itibarıyla 24 yaş altı ve 55 yaş üstü kesimlerde göreli olarak yüksek olduğunu söylüyor ancak daha net yargılarda bulunmak için odak grup ve derinlikli mülakatlar gibi başka tekniklerle de desteklenen araştırmalar yapmak gerektiğine dikkat çekiyor.

Ete, “Siyasal sosyalleşmesini 1980’lerden önce ve 2000’lerde gerçekleştirmiş kesimlerin dindarlıkla bağı daha gevşek iken, 1980-2000 arasında siyasallaşmış kesimlerde dinle kurulan bağ daha güçlü görünüyor. Burada siyasal iktidarlar kadar tedavülde olan kültürel, sosyolojik ve siyasal eğilimler de belirleyici olmuş görünüyor” diyor.

Katılımcıların yarısı cuma namazına düzenli giderken, yüzde 67’si Ramazan’da düzenli oruç tutuyor. Beş katılımcıdan sadece biri, dini inançlarıyla uyumlu ‘İslami Banka’ tercih ediyor.

Parti tercihleri üzerinden bakıldığında ise, Adalet ve Kalkınma Partili ve Milliyetçi Hareket Partili katılımcıların tamamı, İYİ Partililerin ise yüzde 96’sı Müslüman olduğunu belirtiyor. CHP’li katılımcıların yüzde 10’u deist, yüzde 7’si ateist olduğunu söylerken, HDP’li katılımcıların yüzde 9’u deist, yüzde 8’i ateist. CHP’li ve HDP’li katılımcıların ise yüzde 78’i Müslüman olduğunu ifade ediyor.

Araştırmada, “HDP ile CHP arasındaki örtüşme dikkat çekicidir. Yüzde 78’lik oranla güçlü bir Müslüman temsiline karşın, dini tercihlerini felsefi bir temel üzerinden inşa edenlerin (deist, ateist, agnostik) yoğun bir şekilde CHP’de (yüzde 18,6) ve HDP’de (yüzde 10) kümelendiği anlaşılmaktadır” tespitine yer veriliyor.

Ete, “Birçok araştırma, Türkiye’deki siyasi parti formasyonunun sahici ve güçlü toplumsal dinamiklere oturduğunu ortaya koyuyor. Araştırmamız da dindarlık bağlamında aynı durumu teyit ediyor” diyor.

‘MHP, AK PARTİ EKSENİNE DAHA YAKIN YERDE KONUMLANIYOR’

Ete’ye göre, partiler arası ayırım etkili kültürel fay hatlarının yansıtılma düzeyine dayanıyor: “Din ve dindarlık tarzı, özellikle cumhuriyetin laiklik politikaları üzerinden toplumdaki en önemli kültürel fay hatlarından birini oluşturuyor. Dindarlık söz konusu olduğunda eksenin iki ucunu AK Parti ve CHP oluşturuyor. HDP’nin CHP eksenine yakın durması, HDP’nin söylem, kadro ve teşkilat düzeyinde sol siyasal gelenek üzerinden daha seküler bir hattı takip etmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla CHP ile HDP arasındaki yakınlıkta yadsınacak bir durum yok. Benzer şekilde MHP de AK Parti eksenine daha yakın bir yerde konumlanıyor.”

Araştırma sonuçlarına göre, düşük öğrenim görenlerin yüzde 97,6’sı Müslüman olduğunu söylerken, yüksek öğrenim görenlerde bu oran yüzde 82’ye düşüyor.

Ayrıca, katılımcıların yüzde 76’sı çocuklarının dindar olmasını istiyor. Katılımcıların yarısı dini bilgileri ailesinden öğrenirken, sadece yüzde 20’si araştırarak öğreniyor. Evlilik öncesi cinsel ilişkiye karşı olanlar yüzde 72 iken ‘Müslüman kadınların başını örtmesi gerekir’ kanaati katılımcıların yarı yarıya ayrı düştüğü bir diğer konu.

‘MEZHEPLER ARASI EVLİLİK ALGISINDA YUMUŞAMA VAR’

Dinler-arası ve mezhepler arası evliliklere yönelik algı da araştırmanın bir diğer önemli bulgusu. Buna göre; katılımcıların çoğunluğu dinler arası evliliklere karşı olumsuz görüş bildirirken ve bu evliliklere kadınlar erkeklere kıyasla daha olumsuz yaklaşırken, mezhepler arası evliliklere karşı toplumda daha olumlu bir tutum söz konusu. Üç katılımcıdan biri, çocuğunun Müslüman olmayan biriyle evlenmesine olumlu yaklaşırken, katılımcıların yarısı buna olumsuz bakıyor. Kendi mezhebinden olmayan biriyle çocuğunun evlenmesine olumlu bakanlar da yüzde 51. Alevi katılımcılar, Sünni katılımcılara oranla dinler ve mezhepler arası evliliklere daha ‘açık’ bir tutum sergiliyor. Eğitim seviyesi düşük katılımcılar, çocuklarının gayrimüslim biriyle evlenmesini onaylamaya daha az meyilli.

Ete’ye göre, veriler özellikle mezhepler arası evlilik bahsinde bir yumuşamanın yaşandığını gösteriyor. Burada da sosyalleşme süreçleri ve mezhepleri aşan ortak aidiyet formlarının belirleyici olduğunu belirtiyor.

Yurttaşların ideolojik görüşlerine göre dini inançları sorulduğunda ise sosyal demokratların yüzde 75’i, sosyalistlerin yüzde 70’i, liberallerin ise yüzde 62’si kendini Müslüman olarak tanımlarken, ülkücülerin ve muhafazakarların tamamı, demokratların yüzde 89’u, Atatürkçülerin ise yüzde 86’sı dini inanç olarak Müslüman olduklarını belirtiyor.

Ete, “Bu, aslında araştırmanın sağlamasını, tutarlılığını da ölçmemize imkan veren bir bulgu” diyor ve ekliyor: “Siyasi kimlikler ile inanma düzeyi ve biçimi arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor. Kendisini sosyalist veya sosyal demokrat olarak tanımlayan kesimlerde Müslümanlıkla kurulan bağ, kendisini ülkücü veya muhafazakar olarak tanımlayan kesimlere göre göreceli olarak daha zayıf görünüyor. Bu da ön gözlemlerimizle örtüşen bir bulgu.”

‘BİREYCİ MANEVİYAT BİÇİMLERİ YÜKSELİŞTE’

Çalışma, Türkiye’de geleneksel dindarlık biçimlerinin dönüştüğünü ve yerini bireyci ve ahlak merkezli maneviyat biçimlerine bıraktığını kaydediyor. Ayrıca, ankete katılanların yüzde 41’i Diyanet İşleri Başkanlığı’na güvenmezken, yüzde 35’i güvendiğini belirtiyor. Bununla birlikte, ankete katılanların yarıdan fazlası, siyasi partilerin dini söylemlere başvurmasından rahatsız.

Ete, “son dönemlerde, araştırmamızın da bulguladığı gibi toplumun din ile kurduğu ilişkide daha bireysel, dinamik ve değişime açık bir eğilim güçlenirken, dini temsil iddiasındaki aktör ve kurumlarda yoğun bir muhafazakarlık yaşanıyor. Bu gerilim, toplumun dini aktör ve kurumlara yönelik pozitif algısını azaltıyor” diyor.

Ete’ye göre bu durum, Diyanet İşleri Başkanlığı’na hem kritik bir sorumluluk yüklüyor hem de geniş bir alan açıyor. Dolayısıyla, söz konusu bireyci maneviyat biçimleri, kurumların da toplumdaki dini çoğulculuğu ve/ya dinamizmi kucaklama ve temsil etme gereğini ön plana çıkarıyor.

‘YÜZDE 64’Ü DİNDAR OLMANIN AHLAKLI OLMAK İÇİN YETERLİ OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYOR’

Peki, ‘bireyci maneviyat’ biçimlerinden kast edilen nedir? Ete, bazı örneklerle bu eğilimi açıklıyor: “Katılımcılar dini temsil etme iddiasındaki aktör ve kurumlara oldukça mesafeli dururken, çocuklarının dindar olmasını arzu ediyorlar. Yine siyasetçilerin dindar olmasını arzu ederken, siyasette dini söylemlerin kullanılmasına mesafeliler. Benzer şekilde, sosyo-ekonomik koşulların değişmesi dolayısıyla dindarlığın form değiştirmesi veya bireylerin farklı dini yorumlara yönelmesi de bu bağlamda değerlendirilebilir.”

Ahlak-iman ilişkisinde katılımcıların yaklaşık yarısı, ahlaklı olmanın, kişinin neye nasıl inandığından daha önemli olduğu düşüncesini ifade ediyor. Yüzde 64’ü de dindar olmanın ahlaklı davranmak için yeterli olmadığı görüşünde.

Toplumun yüzde 30’u, kalbi temiz tutup ahlaklı olmanın dindarlığın en önemli kriteri olduğunu düşünürken, eksiksiz şekilde ibadetleri yerine getirmenin önemi ise sadece yüzde 10’luk bir kesimde dindarlığın kriteri olarak ifade ediliyor.

Ete, ahlak-iman ilişkisine dair verileri şu şekilde açıklıyor: “Teorik olarak iman ile ahlak arasında örtüşmeye varan güçlü bir bağ olması beklenirken, gündelik yaşantıda ve siyasal tartışma ve konumlanmalarda birbirinin yerine ikame edilen bir pratik üretiyor. Ahlaklı olmanın inancı öncelediğine hatta inancın yerini doldurduğuna yönelik tutum seküler bir tutuma karşılık gelirken, ahlaklı olmayı dindarlığın en önemli kriteri olarak yorumlama eğilimi dindarlığın içinde dindarlığı ahlakla besleme tutuma denk geliyor.”

DİASPORA TÜRKLERİNDE DİN ALGISI NASIL?

Peki bu çalışmanın yurt dışı Türkler arasında yapılması durumunda, daha farklı bir tablo ortaya çıkar mı? Ete’ye göre, diaspora olma hali, belli bir kesimin dindarlık eğilimini güçlendirirken belli bir kesimde de daha açık, gevşek ve bireysel dindarlık eğilimine yol açıyor. Ete, şunları söylüyor: “Kolektif bir aidiyet ve kimlik olarak Müslüman cemaatinin bir parçası olma kaygısını önemseyen kesimlerde dindarlık hem inanç hem de yaşantı itibarıyla hem güçleniyor hem de katılaşıyor. Diğer taraftan da bulunduğu toplumla daha entegre bir yaşam süren kesimlerdeyse, özellikle genç ve eğitimli kesimlerde, Ortodoks bir İslam anlayışından öte bireysel bir inanç düzlemiyle sınırlı bir dindarlık formu varlığını sürdürüyor. Tabi daha doğru analizler için müstakil araştırmalar yapmak gerekir.”

TÜRKİYE’DE SPİRİTÜEL ARAYIŞLAR DÖNEMSEL MODA MI?

Son dönemde yoga, enerji gönderme, reiki, veganlık gibi spiritüel arayışlara dair, ‘Türkiye’de Spiritüel Arayışlar: Deizm, Yoga, Budizm, Meditasyon, Reiki vb.’ (Kurtuluş Cengiz, Önder Küçükural ve Hande Gür, İletişim Yayınları) isimli bir araştırma kitabı da yayımlandı. Tanıl Bora’nın editörlüğündeki bu kitap, 2018-2020 arasında Türkiye’de Spiritüel Arayışlar adlı proje kapsamında başladı ve toplumda bireysel bir anlam arayışı ve bunun ürünü olarak artan ve toplumun orta-üst sınıfını kapsayan bir spiritüellik akımı olduğu tespiti saha araştırmalarıyla ortaya kondu.

Ete’ye göre, yoga, meditasyon gibi eğilimler hem manevi krizin semptomu, hem de manevi krizin yol açtığı dönemsel bir moda akımı. Ete, “Aslında buna benzer bireysel spiritüel arayışlar, farklı formlarda varlığını sürdürüyor. Bu yeni bir durum değil. İnsanın anlam arayışı, yeri başka bir şeyle doldurulabilir veya sonlandırılabilir bir arayış değil. Bireyler farklı nedenlerle veya farklı koşulların etkisiyle kurumsal-geleneksel inanç sistemlerine ve pratiklerine mesafe koymaya başladıklarında, anlam arayışı ihtiyacını karşılayacak daha bireysel, spiritüel akımlara yönelebiliyorlar” ifadelerini kullanıyor.

Konuyla ilgili Ete şöyle devam ediyor: “Türkiye’de dindarlık kendisini değişen koşullara uydurmakta zorlanmıyor. Koşullar ve ihtiyaçlar değiştikçe din de dindarlık da dinamik bir şekilde dönüşüyor. Bunu en azından toplumsal ortalama için söylemek yanlış olmaz. Ancak üst-orta ekonomik düzeye sahip eğitimli kesimlerin din algısı da sosyalizasyon süreçleri de daha özel-özgün ihtiyaçlara hitap edebilecek bir anlam arayışı formuna bürünüyor. Sonuç olarak, bu tür yönelimlerin toplumsal ortalamanın din algısını etkileyecek bir düzeye erişebileceğini öngörmüyorum. Bu daha önce de olan önümüzdeki dönemde de belli toplumsal kesimlerde belli ihtiyaçlara cevap vermek üzere varlığını sürdürmeye devam edecek bir eğilim gibi görünüyor.”

‘Türkiye’de Dindarlık Algısı’ raporunun tam metnine buradan ulaşabilirsiniz: https://www.ankaraenstitusu.org/turkiyede-dindarlik-algisi/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir